Ertesi günün sabahı olduğunda, ilgim büsbütün artmıştı. Belki Suzan, yıllardır bir erkek hayâli ile kömürde cazır cazır kızarıp yanan bayat bir tavuk şiş olduğu için böyle anormâl tepkiler vermişti. Bir de erkeğe doymuş, kendini başka zevk ve ihtiras deryalarının kucağına yuvarlama ihtiyacı çeken bir kızın üzerinde denemeliydim bu mereti... Facebook'tan düzensiz olarak yazıştığım, üniversitede su ve su ürünlerinde okumaya çalışan sosyo-sanal arkadaşım Fulya ile temasa geçtim. Fakat bu sefer ki deneyim diğerinden farklı ve sürprizli olsun istiyordum. Bu yüzden Nutella ve deney mevzularını Fulya'ya hiç açmamaya karar verdim... Öğle saatlerinde, onu evime davet ettiğimde yine her zaman ki gibi cep telefonuyla konuştuğu gizemli binlerce isimden biri ile karşıladı beni. Konuşması bittikten sonra ancak salonumun ortasına geldiğinde merhabalaşabilmiştik. Yani sizin anlayacağınız, tam aradığım kriterlere uyabilen bir denekti Fulya; rahattı, cooldu ve hayattan hemen hemen her türlü tadı almıştı. Suzan gibi içsel baskıları ve zaafları yoktu Fulya'nın. Kola ikram ederken yanlışlıkla göğsüne elin çarpsa, altında bin türlü art niyet aramaz, gamsız hayatına devam ederdi Fulya. Öyle bir tipti... Ardı arkası kesilmeyen cep telefonu konuşmalarının arasında sinsice salona getirdim yeni Nutella kavanozunu. Odadan içeriye Nutella ile girince, Fulya'nın o umursamaz sesinde, heyecan ve pırıltı yansımalarına rastladım hafiften. Elindeki ısıdan sıcaklığı 50 dereceye çıkmış cep telefonunu birden elinden indirip, "Ay Nutella mı o?!" sorusunu sorması ile tuzağa düştüğüne kanaat getirdim. Hemen kendini tüm aramalara kapayıp sadece elimdeki Nutella'ya çevrimiçi olmuştu Fulya. Ben ise gizemli ve süzücü gözlerle, doymuş kız profiline sahip olan Fulya'nın, nasılda Nutella karşısında gitgide karşı konulamaz bir esaret altına girişini takip etmekteydim. Elimdeki Nutella kavanozunu kapan Fulya, kendini birden bire hayvanlığa verip daha kaşığı bile eline almadan parmak, kol girişti Nutella'ya! "Oha lan oha! Acaba zamanım varken kaçsam mı yoksa kalıp bu cezbedici deneyin savunmasız bir parçası mı olsam?!" diye geçirdim içimden o an. Ve cesaretimi toplayıp kalmayı seçtim!... Kaşla göz arasında, saniyeler içerisinde kavanozun yarısına gelmişti ki, içimde pörtleyen döt korkusuyla, "Yavaş Fulya. Dokunmasın?" uyarısı yapma gereği hissettim. Fakat Fulya'nın gözü ne beni, ne de tv'de ki Lady Gaga'yı görüyordu artık. O, bambaşka dünyalara çoktan yelken açmıştı... Kavanozun dibine geldiğinde ise, artık her şey için çok geçti. Her türlü tehlikeli sonuca hazırlamıştım kendimi. Çünkü bu tehlikeli ve cezbedici deneyin, karşı konulamaz bir ihtiras duygusu vardı, bende o ihtiras duygusunun esiri olmuştum adeta... Kavanozun dibini sıyırıp, kapağındaki Nutella kalıntısını da diliyle emdikten sonra, dünya ile bağını kesip adeta bambaşka anlamlarla bakan o korkunç ve aç gözleriyle bana doğru yöneldi Fulya. Daha fazla istiyordu, daha fazla! Çok daha fazla Nutella!!! Fulya için artık dünyanın tek anlamı buydu; ideal bir erkek, güzel bir kariyer, son model bir araba, tek taş yüzük, gösterişli bir kürk manto ya da Paris'e tatil gezisi değil; sadece Nutella, sadece o! Fulya'nın artık varı yoğu Nutella'ydı!... Üzerime doğru yürüdü. Tıpkı bir esrarkeş gibiydi. Daha fazla Nutella istiyordu. Bende daha fazlası olduğunu düşünüyordu. Oysa ona verebileceğimin hepsi buydu! Bir an gözüm, salonun kapısına yöneldi, çok uzaktı, çok! Oraya erişemeden, 5 cmlik uzunluğundaki tırnaklarıyla sırtımdan beni pençeleyebilirdi Fulya. Bir şeyler yapmalıydım, üzerime doğru yürüyen ve son derece aç bir canavara karşı kendimi nasıl savunabilirdim ki? İşin kötüsü, bekâret kemerim bile yanımda değildi! Belki kolumdan, bacağımdan ya da burnumdan vazgeçebilirdim ama vazgeçemeyeceğim tek şey namusumdu, fakat o bile savunmasızdı; tıpkı, tıpkı küçük Emrah'ın, dünyanın tüm kötülüklerinden bihaber yaşayan, gazoz meraklı bacısı gibi savunmasız... Fulya'yı dilleyerek (yani mecazi anlamda) oyalayıp kaçmanın bir yolunu düşündüm.Ona daha fazla Nutella vermek için mutfağa gitmem gerektiğini ve bunun için bana izin vermesi gerektiğini söylediğimde, bir an o alev dolu bakışlarını benim üzerimden çekip salonun mutfağa doğru çıkan kapısına yöneldi. İşte o saliselik boşlukta canavara dönüşmüş Fulya'yı ittirdiğim gibi vitesi beşe takarak kapıya doğru hızla yöneldim. Örselendiği yerden doğrularak köpüren ağzı ile büyük bir hırlama sesi eşliğinde peşime takıldı. Tek şansım vardı; kapıya elimi attığımda mutlaka açmalıydım. İkinci bir denemem asla olmayacaktı, asla! İşte sevgili babamın, "insan asla cenabet dolaşmamalı oğlum" lafının ne denli önemli olduğunu o an anladım. Şansa, hayra ve berekete ihtiyacım vardı çünkü o an. O esnada elimi kapının kulpuna attım ve son hızla açıp adeta ölümcül bir arena havasına bürünmüş salondan dışarıya doğru attım kendimi. Fakat kapıyı ardımdan kapamaya fırsatım olmadığı için, kendimi uzun ve dar koridorun en ücra taraflarına doğru attım. Canavar Fulya ise, "NUTELLA! NUTELLLAAAARGGGHHHHH!!!" diye korkunç bir şekilde hırlayarak tıpkı avının kan kokusunu almış iştahlı bir kurt gibi peşimden gelmekteydi. Peşimdeki avcıyı tuzağa düşürmeliydim. Burası benim yuvamdı ve burada kral bendim! Onu, evimdeki zor zamanlar için kurduğum tuzakların içine çekmeliydim bir an önce. Bu sebeple ilk olarak tuvalete girmesini sağlamalıydım. Salonun çevresini tıpkı bir kare gibi saran dar ve uzun koridorda 2 tur atıp aramızdaki mesafeyi yeterince açtıktan sonra artık onu tuzağıma çekmek için yeterli zamana sahiptim. İzimi takip edebilsin diye tuvalete giden küçük koridor kapısını açık bırakıp ardından da tuvaletin kapısını hafif aralayıp banyoya saklandım ve avcı avımı bekledim. Artık avından kaçan savunmasız bir koyun değil, avını sinsice sokmayı bekleyen yılan balığıydım adeta... Ortam hayli sessizleşmişti. Belli ki koridorun her bir kısmında beni aramaktaydı. Bir süre sonra uzaktan hırıltıları duyuldu Fulya'nın; "Nutellaaaa, Jude Laaaaawww, her tarafıma sürülüp Maldivler'de seninle güneşlenmek istiyoruuuuuuurgggghhhhmmmm...". Korkunçtu, korkunç! Bir süre sonra Fulya, tuvalet kapısına doğru yönelmişti ki, cebime avea'nın beni hayattan ve yaşama zevkimden soğutup, sevgilisizliğimi her defasında yüzüme vuran o bitmek, usanmak bilmeyen bilgi mesajlarından biri geldi. Fulya bu sese kulak vererek banyonun kapısını açtı ve tekrar onunla kapalı bir alanda göz gözeydik işte! Artık sonum gelmişti, belliydi. Nutella yerine beni yiyecekti işte, b.k yoluna gidecektik bir deney merakı yüzünden! Gözlerimi kapayıp hazin sonumu beklerken GÜM! diye bir sesle irkildim. Gözlerimi araladığımda, adeta Mike Tyson tarafından aparkat darbesi ile nakavt olmuş da yere iki seksen uzanmış zavallı bir insan görüntüsü ile karşılaştım. Zavallı Fulya, meğer şans eseri yerdeki Hacı Şakir sabunun üzerine basarak kayıp düşmüş, avantajını ve gardını yitirmişti. Sonuçta mübarek bir sabundu ve yine hayırlı bir işe vesile olmuştu işte Hacı Şakir amca. Kendisine gelemeden hemen elindeki Nutella kavanozunu aldığım gibi alnının orta yerine çakarak Fulya'yı bayılttım. Uyandığında, ona sürprizim olacaktı...
Saatler sonra Fulya uyandığında, sorgu odamda, elleri duvara bağlanmış bir şekilde savunmasızca insafımın yargı kararlarını beklemekteydi. Ben ise; hurdaya ayırdığımız çamaşır makinesinin elektrik kablolarını Fulya'nın üzerine bağlayarak korkunç deneyimin gizemli ve tehlikeli sonuçlarına kulaç atma hevesi içerisindeydim. Niyetim, Nutella'nın onun üzerinde ne gibi hislere yol açtığını kendi ağzından dinlemek ve onun bedeni üzerinde gizemli bir yolculuğa çıkmaktı. İlk sorum; "Nutella yediğinde ne hissediyorsun? Neden ben sadece şekerli bir şey hissederken siz kızlar böyle kendinizden geçiyorsunuz?" oldu. Pis pis sırıtarak yüzüme bakıp acınası gözlerle, "Sen anlamazsın bu hissi ve asla anlayamayacaksın. Çünkü senin fazlalığın var hahaha" diye alaycı bir cevap verdi. Aslında bu cevabı beni pek kızdırıp rahatsız etmemişti ama yine de kızmışmış gibi şalteri indirip vücuduna çaktım elektriği. Sonuçta her şeyin bi usulü var. İlk cevaptan sonra mutlaka kurbanın canı acıtılır. Filmlerde de böyle oluyordu hem. Şalteri kaldırıp elektrik akımını kestikten sonra ikinci soruma geçtim; "Ya Fulya, bi de sizin sınıfta sarışın bi kız vardı hani. Hülya'mıydı neydi adı? Geçen hani yanında da görmüştüm hatırlarsan? O kızın bi çıktığı falan var mı yaa? Hoş kız, hı, var mı?". Fulya, bitap düşmüş kafasını kaldırıp yine o alaycı sırıtışı ve baygın bakışlarıyla evet dercesine başını salladı. İşte bu cevaba gerçekten kızmıştım. "Hayır yaa hayır hayır! Olmasın yaa hayır! Niye var yaa niye?!" diyerek şalteri indirip çaktım yine elektriği Fulya'ya. Bu akıma daha fazla ana şalter dayanmadı ve attı. Oysa benim kızgınlığım henüz boşalmamıştı. Fakat o esnada yerde, daha önce ki Suzan deneyinden kalma bir miktar Nutella ile göz göze gelmemle bir şeyi farkettim. Ne haldeydim, ne haldeydik böyle? Nutella bizi neye dönüştürmüş, ne hallere getirmişti? Bize ne olmuştu, ne olmuştu böyle?! O an, aslında bir erkek olarak Nutella'nın kızlar tarafından bu denli neden ayılıp bayılınarak beğenildiği sorusunun bilinmezliğini, üzerinde tıpkı uyuz bir kaşıntı gibi taşıyan bir erkeğe dönüştüğümü farketmiştim. Bakışlarım değişmişti ve hayretler içerisindeydim. Bir zavallı Fulya'ya, bir kendime, bir yerde ki Nutella kalıntısına, sonra tekrar Fulya'ya, sonra aynadan yeni aldığım pantolonun yansımasına bakakaldım. Ne olmuştu bize böyle, Nutella nasıl da o tehlikeli ve şehvetli tadı ile bizi bizden alıp birbirimize karşı düşürmüştü böyle? Titriyor ve zayıf irademin nefsime yenilişi yüzünden utanıyordum. Hemen içeri odaya geçip kolonya fıskiyelerini devreye sokarak tekrar Fulya'nın yanına koştum. Birlikte, tepeden fışkıran 80 derecelik hacı kolonyaları ile adeta nefsimizden, şehvetimizden, ihtiraslarımızdan, aç gözlülüğümüzden ve diğer tüm zaaflarımızdan arınıyorduk Fulya'yla. Tıpkı Cennet'in yağmurları altında çırılçıplak ve saf bir şekilde yıkanmak gibi bir histi bu. Kolonya fıskiyeleri, bir süre sonra yerdeki günahımızı temsil eden Nutella kalıntısını da eritip tüketmiş ve bizim tekrar özümüze dönmemizi sağlamıştı. Artık tamamen temizdik, artık bizdik biz! Fulya'nın arınmış ama bitap düşmüş yüzünü, şevkâtli avuçlarımın arasına alarak acınası ve pişman gözlerle o yorgun ve kapanmış gözlerine bakındım. Daha sonra onu çözdüm ve yatağıma yatırıp eli, ellerimin arasında baş ucunda saatlerce bekledim. Uyandığında her şeyi ona anlatacak ve af dileyecektim. Bir süre sonra telefonu çaldı, arayan zengin çocuğu lavuk Berke'ydi. Berke'nin ses tonundan yayılan frekansları çekim gücü ile sinyâller halinde yakalayan Fulya, hemen radarlarını devreye sokarak uyandığı gibi telefonu elimden alıp Berke ile haraletli bir konuşma içerisine girdi. Bense konuşmalarının bitmesini ve yaşanan tüm her şeyi ona anlatmayı bekliyordum. Fakat Fulya doğrulup konuşa konuşa bana ufak bir el sallayıştan sonra çıkış kapısına doğru yöneldi ve gitti. Anlaşılan, artık fazlasıyla özümüze dönmüştük ve anlatacak bir şey kalmamıştı. Artık biliyordum... Nutella'yı ve kızların neden onu bu denli sevdiğini. Nutella, kızların en şehvetli arzusuydu...
Yazan: Hakkı Çakanlı